Biz küçükken sokaktan sütçü geçerdi. Camdan seslenirdik, elimize bir kap alıp kapıda beklerdik. Süt evde kaynardı. Başka da bir süt girmezdi eve. Yoğurt da yoğurtçudan alınırdı. Sonra zaman geçtikçe, her şey kirlendi, her şey bozuldu. Hava kirlendi, toprak kirlendi, su kirlendi. Eh, aslına bakarsanız insanlık da kirlendi. Sokaktan süt alamaz olduk. Kirli olabilirdi, hasta olabilirdik. Başladık kutu sütleri almaya. Veya öyle yapmamızı bize salık veren, ikna etmek için çok büyük bir silah olan reklamı kullanan koskoca bir sektör bizi buna inandırdı. İnsanlara güvenmez olduk, sütçüye nasıl güvenelim? Tabii hep aynı hikaye, önce bize “şu kesinlikle yenmeyecek” deniyor, aradan 10 yıl geçiyor, “yok sağlıklı aslında” deniyor. Önce bize “bunlar çok sağlıklı, hep bunları yiyin” deniyor, 10 yıl geçiyor, “aslında bunlar sağlığa zararlıymış” veya “hiç de faydası yokmuş” deniyor. Biz de bir o yana bir bu yana savruluyoruz. Şimdi artık dünyadaki tüm uzmanlar kabul ediyor ki pastörize süt ve pastörize süt ürünleri koca bir aldatmaca. UHT’li süt koca bir yalan. Bir ay bozulmayan yoğurtta bize faydalı olacak, yoğurt yememizi anlamlı kılacak bakterilerin de olmaması çok şaşırtıcı olmamalı zaten. Bu konularla ilgili çok çalışma, çok yayın, çok tartışma var. Ben uzmanı değilim ama uzmanların görüşlerini kısa bir araştırmayla internetten bulabilirsiniz. Tabii, her şeyin kirlendiği bu dünyada nispeten temiz kalmış yiyecekleri kendimiz için bulmaya çalışırken, bir de minik bir çocuğun hayatı boyunca sağlığını etkileyecek kararlar vermeniz gerektiğine, neyle beslendiğiniz, neyle beslediğiniz iyice önem kazanıyor. Kim ne derse desin, oğluma UHT’li pastörize süt içirmek, hele hele pastörize yoğurt yedirmek büyük bir haksızlık gibi geliyor bana. İşte bu şekilde Gündönümü çiftliğinin yeni nesil sütçüsü Aysun the Sütçü’ye ulaştım. “Sütçüüü!" diye bağıran olmuyor, onun yerine telefonunuza mesaj geliyor, siz mesaj atıyorsunuz geriye :)
. Sütçüden mesaj geldi” diyince bir de gülüyorsunuz üstüne :) .
Ben süt sevmem, hiç içmem. Hamileyken bile içemedim pek. Asıl amacım yoğurt yapmaktı. Süt geldi, kaynattım. Kaymağını aldım. Yoğurdumu yaptım. Akşam biraz tadına bakayım dediğimde, önce bir yudum aldım sonra kendime bir bardak doldurdum. 30 yaşında öğrendim ki ben aslında süt seviyormuşum. Şimdiye kadar içtiklerim süt değilmiş yalnızca!
İşte yukarıda resimdekiler bu sütle ilk yaptıklarım. Sabah kaymağımızı ekmeğe sürdük, üstünde balla yedik. Hele o pastörize kaymaklar var ya, o konuya hiç girmeyelim. Çocukluğumuzdaki gibi kaymaklı ekmek oldu yıllar sonra.
Yoğurt daha önce de yapmıştım tabii. Her bebek büyüten anne gibi. Ama pastörize sütlerle bir türlü doğru düzgün sonuç almak mümkün olmuyordu. Hem süt hem mayası pastörize olunca… Tutacak mı bu sefer diye endişeliydim. Ama sonuç mükemmel oldu.
Yoğurt yapımına gelince, sütü kaynatıp sonra ılınmasını bekliyorsunuz. Küçük parmağınızı soktuğunuzda 7’ye kadar saydığınızda elinizi tutabiliyorsanız, ısı iyidir. Mümkünse toprak kaplarda, yoksa cam kaplarda yapıyoruz yoğurdu. Ama çömlekler en iyisi. Bir kalorifer önüne yoğurduğumuzun yatağını seriyoruz. Yani bir battaniye serip içine de kaplarınızın sayısı kadar havlu seriyoruz. Bu hazırlığı önceden yapmamızın sebebi mayaladığınız sütü hareket ettirmemeniz gerekmesi. Kaplarımıza sütü koyup bu havluların üstüne koyuyoruz. Bir kapta yoğurdu iyice çırpıyoruz. Çok soğuksa bir kaşık sütle ılıtarak karıştırabilirsiniz. İçinde pütür kalmamalı. (ev yapımı yoğurt yoksa tava yoğurtları iyi sonuç veriyor) Bu mayadan, kabınızın büyüklüğüne göre, sütün içine 1-2 kaşık katıyoruz ve şöyle bir karıştırıyoruz. Kapları havluya sarıyoruz, sonra battaniyeye sarıyoruz. Ben geceden yapıp sabaha kadar mayalandırdım. Güzel tuttu. Tutan yoğurdu fazla sarsmadan, ağzı açık olarak buzdolabında bir gün bekletiyoruz ki iyice sertleşsin. Sonra afiyetle yiyoruz :).
Sütlaç tarifi de yarına :) .