30 Aralık 2006


HERKESE MUTLU YILLARR!!! e

Royal Icing



"Royal Icing" kurabiye süslemede kullanılan,kolayca sürülen ama kuruduğunda sabit kalan beyaz bir süsleme malzemesi. Kolayca renklendirilebildiği, daha doğrusu renklendirildiğinde güzel sonuç verdiği için profosyenel olarak da kullanılan bir malzeme. Aslında bu yazıyı daha önce yazmak istemiştim ama dün annem ameliyat olunca onun telaşıyla biraz sarktı. Yine de işe yarayabileceğini düşündüğüm için yılbaşından önce yazmak istedim. Royal Icing; yumurta akı, pudra şekeri ve limonla yapılıyor. Pudra şekerinin ince olması önemli ama bulamıyorsanız elinizden geldiği kadar inceltmeye çalışın. Robottan geçirebilir,bir kaç kez eleyebilirsiniz.
Aşağıda verdiğim kurabiye tarifindeki ölçüler için yeterli olacak kaplama için aşağıdaki ölçüleri kullanabilirsiniz.

2 büyük yumurtanın akı
330 gr pudra şekeri (elenmiş)
2 çay kaşığı limon suyu


Yumurta akı ve limon suyunu mikserle çırpın.Pudra şekerini ekleyip pürüzsüz bir hal alana kadar iyice çırpın. Bu çırpma işlemini gerektiği kadar uzun tutmaktan kaçınmayın. şekerle yumurta akı iyice birleşmezse kaplamanızda pürüzler olacaktır. Royal icing yaparken en önemli şey kaplamanızın doğru kıvamda olmasıdır. Eğer fazla akışkan olursa kenarlardan taşar veya çok sert olursa düzgün yayamazsınız. Bunun için karışımdan bir kaşık alıp karışımın olduğu kaseye geri damlatın. Kaseye düşen damla karışımın içinde kaybolmadan önce beş saniye kadar üstünde durmalı. Bu durumda doğru bir kıvam yakalamışsınz demektir. Eğer çok akışkansa azar azar pudra şekeri ekleyerek kalınlaştırabilirsiniz. Ama birden fazla şeker eklemeyin :)
Kaplamanız hazır olduğunda kaplara ayırıp dilediğiniz gıda boyalarıyla renklendirin. kaplamayı hemen kullanmanız gerekiyor çünkü bu çok çabuk kuruyan birşey. Hatta kullanırken dahi üstünü kapalı tutmaya çalışırsanız iyi olur. Biraz kurumaya başlayınca süslemek de zorlaşmaya başlıyor. Bu kuruma işlemenin engellemek için karışımınıza bir-iki damla gliserin ekleyebilirsiniz. Kokusu ve tadı olmadığı için bir sorun yaratmaz ve malzemenizi daha uzun süre rahatça kullanabilirsiniz. Yağlı kağıttan sıkma torbaları yapabilir veya hazır sıkma gereçlerinden kullanabilirsiniz.Bıçak veya spatulayla da sürebilirsiniz. Pastacılık malzemesi satan dükkanlarda bulabileceğiniz küçük süs şekerlerini kullanarak çok daha keyifli şekiller yaratabilirsini. Bu süslemeyi bir kez kullanınca eminim tekrar yapmak isteyecekseniz. İnsanın istediği gibi şekillendirebildiği şeyler hazırlaması inanın çok eğlenceli oluyor :)
Herkese iyi seneler ve iyi bayramlar :)

Etiketler:

26 Aralık 2006

YILBAŞI KURABİYELERİ


Bunlar canım kuzenim, küçük prensesim Çağlacığım için yapıp bugün İzmir'e yolladığım kurabiyeler.
İngilizce'de Sugar Cookies diye geçen ve özellikle yılbaşında çok kullanılan bir tarif. Sebebi, hamurun pişerken şeklini en iyi koruyan hamurlardan biri olması. Böylece kurabiye kalıplarınızla verdiğiniz şekiller aynı güzellikte fırından çıkıyorlar. Yine bu kurabiyeler için klasik olan bir durum da üstlerinin süslenmesi. Bu süsleme için "royal icing" tercih ediliyor.
Sugar Cookies ve Royal Icing'le ilgili detaylı bilgiler vereceğim. Herkesin yılbaşı ve bayram için hazırlıklara giriştiği bugünlerde işe yarayacaklarını umuyorum.
Ama şimdi kurabiye yapıyorum :)
(Evet ufak çaplı bir kurabiye yapma deliliğne tutuldum. Yılbaşından sonra geçmesini umuyoruz ; ) )
En yakın zamanda tarifler ve püf noktalarını yazacağım.

İşte yazıyorum....
Önce “sugar cookies” tarifiyle başlayım. Bu tarifi İngilizce bir tariften aldığım için malzeme miktarları “cup” ölçüsünden uyarlama, dolayısıyla gramajlar biraz garip gözüküyor olabilir.. Evde ölçü kabı veya mutfak tartısı olanlar için kesin ölçüler yazıyorum. Ama 2-3 gram için kendinizi sıkıntıya sokmayın, o kadardan bir şey olmaz ;)

MALZEMELER:
490 gr un
¼ çay kaşığı tuz
1 çay kaşığı kabartma tozu
227 gr margarin/tereyağı
300 gr şeker
2 yumurta
2 çay kaşığı vanilin

Önce bir kapta un, tuz ve kabartma tozunu karıştırıyoruz.
Başka bir kapta oda sıcaklığındaki margarin (veya tereyağı) ile şekeri iyice çırpıyoruz. Bunun için mutfak robotundan faydalanabilirsiniz. Şeker ve yağ iyice birbirine karışmalı. 3-4 dakika kadar çırpmak gerekiyor. Yumurta ve vanilini de ekleyip karıştırıyoruz. En son un karışımımızı ekleyip pürüzsüz bir hamur elde edene kadar yoğuruyoruz.
Hamuru ikiye bölüp streç filme sarıyor ve buzdolabına kaldırıyoruz. Bir saat kadar buzdolabında beklettikten sonra hamurlardan birini alıp hafif unladığımız bir yüzeye alalım ve 1 cm kalınlığında açalım.
Şimdi dilediğiniz kalıplarla şekiller kesebilirsiniz. Kestiğiniz hamurları fırın kağıdı serilmiş bir tepsiye dizip tekrar buzdolabına koyun. 10-15 dakika kadar buzdolabında bekleyince açarken ve keserken ısınıp yumuşayan hamur tekrar toparlanıyor. Ve bunu yapınca kestiğiniz şekillerin piştiğinde yayılma vs gibi bozulma ihtimallerini bertaraf ediyorsunuz. 180 dereceye ısıttığınız fırına koyup 10 dakika kadar pişiriyoruz. Bu süre kurabiyelerin boyutuna göre değişebilir, o yüzden gözünüz fırında olsun. Kenarları kızarmaya başlatınca (hafif kahverengimsi yani) olmuş demektir. Eğer kurabiyeleri süslemeyecekseniz hoş görünmeleri için fırına koymadan önce üstlerine biraz toz şeker serpebilirsiniz.
Bu temel tarifi istediğiniz gibi tatlandırabilirsiniz. Portakal veya limon kabuğu, hindistan cevizi, çeşitli esans veya şuruplar, tarçın veya sevdiğiniz tatları ekleyebilirsiniz. ben fındık şurubu koyuyorum mesela, hani şu kahvelere de konandan. Mis gibi kokuyorlar :)
Bu kurabiyeler genelde süsleniyorlar. Bu süsleme işlemi de yumurta akı, pudra şekeri ve limon suyundan yapılan ve renklendirilen Royal Icing’le yapılıyor. Onu da yarın yazacağım.

Etiketler:

22 Aralık 2006

TROPİK KURU MEYVELİ KURABİYE



MALZEMELER:
125 gr margarin
1 bardak şeker
2 yumurta
1 paket vanilin
1 tatlı kaşığı kabartma tozu
Aldığı kadar un
1 tatlı kaşığı hindistan cevizi
1 yemek kaşığı portakal kabuğu rendesi
1 bardak küçük doğranmış kuru meyve
(kivi, ananas, çilek, mango)

Mutlaka kuruyemişçilerin önünden geçerken gözünüze ilişmiştir. Rengarenk kuru meyveler… Ananas, kivi, papaya, mango… Bende bunlardan bir kavanoz vardı ama nasıl kullanacağıma pek karar veremiyordum. Kuru halleriyle tatları çok da çekici gelmiyordu. Geçen gün Sibel’le konuşurken denemeden öğrenemeyeceğimize kanaat getirdik ve bir kurabiye yapayım dedim.
Ben bu kurabiyelere içindeki meyvelerden dolayı “tropik kurabiyeler” diyorum ama tabii dilediğiniz kuru meyveyi kullanarak yapabilirsiniz.
Hamuru oluşturmak için tüm malzemeleri yoğuruyoruz. Ben küçük küçük kestiğim meyveleri hamuru yoğurduktan sonra içine atıp tekrar biraz yoğurdum. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp elimizle yuvarlıyoruz ve yağlı kağıt serdiğimiz fırın tepsisine yerleştiriyoruz. Tabii aralıklı dizmekte fayda var. Ben üstlerine biraz toz şeker serptim çünkü bizim evde kurabiyeler şekerli seviliyor. Siz tercih etmezseniz serpmeyebilir veya hindistan cevizi serpebilirsiniz. 190 dereceye ısıttığımız fırına koyup üstleri kızarınca alıyoruz.

Oldukça basit ve temel bir tarif. İçinde tropik meyveler… İkindi çayında iyi oluyor :)
Tabii süt ve kurabiye sizin için ayrılmaz bir ikiliyse size yandaki muzlu sütlerden ikram edeyim. Herhangi bir kağıt parçasından dilediğiniz şekli kesip bardağın üstünde tutun ve bir süzgeçle kakao serpin. Kağıdı kaldırdığınızda bir bardak sütten çok daha çekici göründüğünü göreceksiniz :)
Afiyet olsun!

Etiketler:

15 Aralık 2006

YE#17 PEYNİRLİ KABAK MEZESİ


MALZEMELER:
3-4 dolmalık kabak
100 gr krem peynir
4 dolamlık kırmızı biber (közlenmiş)
Taze nane, dereotu (hangilerini seviyorsanız)
1 diş sarımsak
Taze çekilmiş karabiber

Bu, evdeki malzemelere bakıp hızlıca hazırlanmış bir ikram yaratmak isterken uydurduğum bir tarif :) Sofrada güzel bir meze oluyor ve çabuk hazırlandığı için de acil durumlarda çok işe yarayabiliyor. Kabakları ortadan ikiye bölüp içlerini oyalım. Bende yuvarlak dolmalık kabaklardan vardı ve sunumu daha güzel oldu, eğer bulabilirseniz bu cins kabak kullanın. İçini de çok fazla oymamak da fayda var, hem kabaklar dağılmasın diye hem de biraz kabağın tadını da alalım diye. Kabakları haşlayalım, biraz diri kalsalar iyi olur. Alternatif olarak üstlerine zeytinyağı gezdirip fırına da konabilir ama ben böyle denemedim. Tencereden kabakları süzerek alalım ve üstlerine biraz zeytinyağı gezdirip tuz ve karabiberle çeşnilendirelim.
İçini hazırlamak içinse, krem peynir(labne de olur tabii), közlenmiş biber, sarımsak ve dereotunu rondodan geçirin. Ben dereotunu tercih ettim ama kendi damak zevkinize göre sevdiğiniz başka biri taze yeşilliği de kullanabilirsiniz. Hazırladığımız içi kabaklara dolduralım, üstlerini taze nane yapraklarıyla süsleyelim.
Afiyet olsun!

Etiketler:

11 Aralık 2006

UZUN BİR İZMİR YAZISI

İzmir’e ilk gidişim olmamasına rağmen ilk defa bu kadar dolu dolu bir İzmir gezisi yaptım. Daha önce gidişlerimde olduğu gibi bu sefer de halamı ve canımın içi minik kuzenim Çağla’yı görmek için gittim. Halamın konseri olduğu için çalışması gerekiyordu ve bu arada Çağla’cığımın bir oyun arkadaşı olması iyi olurdu :) Fakat daha önceki gidişlerimden farklı olarak artık Çağla yuvaya gittiği için bütün günüm kendime kaldı. Bu da İzmir keşfi için iyi bir vakit yarattı. Ayrıca annem de gelince, onun arkadaşları ve bildiği yerler de devreye girdi ve çok eğlenceli beş gün geçirdim.
İlk gittiğim akşam halamla güzel bir İtalyan restoranına gittik ve çok güzle risotto yaptıklarını söylemeliyim. Muhteşem makarna aşkım daha önce herhangi bir restoranda risotto yememe olanak vermemişti ama farklı bir yerde farklı şeyler deneme isteği (ve belki de cesareti) artıyor sanırım. Yani İzmir’e ilk ayak basışım risottoyla (hem de porcinili) tanışmamla başladı.

Pazar sabahıysa halamların her Pazar gittiği börekçiye gittik. Burası küçük bir işletme ama ben böyle küçük yerleri hep daha sevimli bulurum. Hastaneye yakınlığından dolayı çokça doktorun geldiği bir dükkan. Daha girer girmez havası hoşuma gitti. Öyle pek bir özelliği yok belki ama basitliği ve sadeliğidir belki hoşuma giden. Börekler de oldukça başarılı görünüyordu. Sıra yemeye geldiğinde görüntüsünün hiç de yanıltıcı olmadığını anladım. Benim börekle ilgili en büyük şikayetim yağlı olmasından dolayı olur fakat buradaki börekler oldukça hafifti. Sonradan öğrendim ki sıvıyağ kullanıyorlarmış. İzmir’de oturup da Pazar kahvaltılarına yeni bir börekçi eklemeyi isteyenler için adresini de aldım. Ben ıspanaklı börekten yedim, Çağla’ya ise sosisli ve mantarlı börek aldık. Bir daha gitme şansım olursa o sosisli mantarlıda gözüm var söyleyeyim, giderseniz deneyin, benim için de bir ısırık alın.
Adres: Vali Hüseyin Öğütcen Cad. no:13/A ,Balçova
Tel:o232 277 9510
Böyle bir yazı yazarken acaba atalarımızın “yediğini içtiğin sana kalsın” sözünü iç çekerek anımsayan ve “niye bunları yazıyor ki” diyenler var mıdır diye şüpheye düşüyorum. Ama bir yandan da yemekle ilgilenmeyi, yapmayı olduğu kadar yeni tatları denemeyi de seven kişilerin okuduğu bir günlükte biraz da lezzet avcılığı yapmanın ve hoşuna gidenleri başkaları da bilsin, zamanı gelinde işlerine yarasın diye paylaşmaktan da geri duramıyorum. Ve bu yazıyı İzmir’de yeni tattığım lezzetlere ayırmak geliyor içimden.

Bir de İzmir’in boyozu varmış efendim. Annemin bir arkadaşına kahvaltıya gittiğimizde tanıştım kendisiyle. Bu aslında “bollos” olarak yazılıyormuş sonradan öğrendiğime göre ama okunuşu boyozmuş. Hatta “sen nasıl bilmezsin boyozu” diye bana hayretlerini açıkça gösterdiler ;) Eh artık biliyorum. Boyoz daha yağlı börekler sevenler için ideal, açıkçası ben bir taneyi zor bitirdim. Kat kat açılmış incecik yufkalardan yapılmış bir tür börek. Haliyle kat kat tüm hamurlar gibi bu da bana göre biraz yağlı. Ama ben milföy de yiyemem, değerlendirmem milföyü de ağır bulup yiyemeyen birinin değerlendirmesi yani;) Kahvaltıda çay ve peynirle yemekten çok da keyif alabilirsiniz damak zevkiniz buna uygunsa. Bir de dediler ki bir gün durup da diğer sabah ısıtıldığında çok güzel olurmuş. Bilemem, bilenler görüşlerini yazabilir :)


Halamın konseri olduğu gün kendimi tamamen ona ayırdım ve yanında olmamı istediği her an orda olmaya çalıştım. Bu güne damgasını vuran şey çikolata ve kahve diyebilirim. Bu kadar eğlenceli parçaların arka arkaya olduğu bir repertuar dineldiğimi hatırlıyorum. İtiraf edelim klasik müzik konserlerinde en az bir esneme gelir insana, ne kadar sevseniz de… Ama bu sefer insanı bir kez bile esnetmeyen bir konser izledim. Bilmiyorum belki ben de halam gibi Mozart seviyorumdur. Eve geldiğimden beri Mozart CD’leri dinliyorum :)
Sonraki gün, İzmir’deki son günümdü ve annemle İzmir’i gezip gitmek istediğimiz yerlere gitmeye ayırdık o günü. Kordonda uzun bir yürüyüş, dükkanlara bakma, öğlen yemeği gibi keyiflerimizi yaptıktan sonra sıra geldi en büyük keyfimiz olan kahveye.
Annemin daha önce anlattığı, kahveyi fincanda pişirdikleri Kızlar Ağası Hanı’nın yolunu tuttuk. “Ya nasıl pişer kahve fincanda?”, “Elin yanmıyor mu o zaman” gibi şüpheci sorularıma cevap vermekte zorlanan annem beni de olay yerine götürdü. Evet efendim kahveyi fincanda pişiriyorlarmış bizzat gördüm :) Han çok eski taş bir yapı, biraz bizim kapalı çarşı havasında ama tabii çok daha küçük bir yer. Yine de o eski taşların insana verdiği garip duyguyu içinize işliyor. Bazı yerleri bir tavanla kapanmış, bazı yerleriyse açık havada olan bu handa içerde çeşitli mağazalar, dışarıdaysa ağırlıklı olarak kahveler var. Ben bu yüzlerce yılın şahitliğiyle orda mağrur duran taşların verdiği garip mutlulukla kafam havalarda bakınarak gezerken otantik sedirlerin olduğu bir yere oturduk. Hava soğuk ama güneş hep parlıyor. Belki bu yüzden insanda hep bir neşe oluyor. Montuma sıkı sıkı sarılmış güneş gözlüğümden hanı incelerken kahveleri sipariş ettik. Tabii ben olay yerini teftişe gitmeden durama. “Kahveyi fincanda yapıyormuşsun, nasıl yapıyorsunuz” diye içeri daldım. Oldukça yoğun bir fincan trafiği olan bir yerde yine de bana gayet nazik davrandılar. İspirtolu ocağınkine benzer bir ateşin üstüne koyuyorlar fincanı, ama önceden içine biraz kaynar su koyuyorlar. Ve inanılmaz köpüklü bir kahve yapıyorlar. Bu arada bir çingene grubu gelip köşeye kuruldular ve inanılmaz güzellikte çalmaya başladırlar. Sanki bir festivale gitmişim ve özellikle davet edilen bir grubu izliyormuşum gibi hissettim. Sanki herşey günüm güzel geçsin diye ayarlanmış gibiydi...

Sonra tok ve devamlı bir vurma sesine karışan kahve kokusunu takip ettiğimizde dibek kahvesi satan “İlyas Gönen Dibek Kahvecisi” dükkanını bulduk.
Şimdiki gibi kahve değirmeninde öğütülmeyip en eski yöntemlerden biriyle dibekte dövülerek kahve hazırlıyorlar. Yayılan kokuyu tahmin edebilirsiniz sanırım. Buradaki çalışanlar da son derce nazikti ve her sorunuza yanıt veriyor, hatta sorular detaya girdikçe kızmayıp hemen kullandıkları malzemeleri gösteriyorlar. Burada da gözüme aromalı kahveler çarptı. Damla sakızlı, kakuleli, vanilyalı, çikolatalı vs. Bunları da yapmak için esansı değil baharatın kendisi kullanılıyormuş.
Yani bildiğimiz damla sakızı kahve çekirdekleriyle beraber dibekte dövülüyor. Tadını tahmin edemediğim halde çok merak ettiğim için kakuleli ve damla sakızlı kahvelerden aldım.

Aslında Mısır Çarşısında da bir dükkan açmak istiyorlarmış ama elemanları yokmuş ama arayıp sipariş verince İstanbul’a da gönderiyorlarmış. Tabii eve döner dönmez damla sakızlı kahveyi denedim ve ne kadar güzel bir tat olduğunu anlatamam. Çok ayarında kullanılmış damla sakızı ve gerçekten hiç birleştirmeyi tahmin etmeyeceğiniz iki lezzet çok uyumlu hale gelmiş. Buranın da telefonunu ve adresini vereyim, belki sipariş veya ziyaret etmek isteyenler olur.

Adres: 904 Sokak No:54 Hisarönü-İzmir
Merkez Tel: 0232 483 68 04


Son duraksa Konak’taki Tariş mağazasıydı. Pierre diye bir alış veriş mağazası içinde butik bir dükkanı var Tariş’in. Burası ise bir market gibi. Buradan da incirlerimi aldım. Daha önce hiç tatmadığım incir lokumunu alan bir hanım görünce nasıl olduğunu sordum ve lokum gibi olmadığını, içinde incir ezmesi olduğunu söyledi. Merak edip aldım. Çıkar çıkmaz açıp tadına baktık ve minicik kareler halindeki lokumların ne kadar hızlı tüketilebileceğini gördüm. Bir kutuyu da bir arkadaşım veririm diye düşünmüştüm ama sanırım caymak üzereyim.


Bu kadar tadım işlemi sonunda akşam pek bir şey yiyecek halimiz kalmadı. Ama Fransız Kültür Merkezi’nin arkasındaki restorana davetliydik. Biz de tatlı yemeye karar verdik. Bıranın da havası çok değişik ve personeli çok iyiydi. Sanırım İzmir’de sinirimi bozan hiç kimseyle karşılaşmadım. İstanbul’da alışık olduğumuz gerginlik seviyesi insanlarda sıfıra yakın ve bu da kendinizi rahat hissetmenizi sağlıyor. İki ayrı bina var burada. Bina dediysem tek katlı. Birisi daha dağ evi havasında ve yeşil ağırlıklı bir yerde, diğeri ise eski bir Fransız barı gibi görünüyor. Yani Fransız barları konusunda uzman değilim tabii, sadece havası çok lüks olmayan eski bir Fransız barı veya lokantasını andırıyordu. Burası ise kırmızı ağırlıklı. Biz yeşil tarafta oturduk ama ben kırmızıdan gözümü ayıramadım “ne şirinmiş” deyip durdum. Buranın spesiyal tatlıları var ve sanırım tatlıları iyi bir yer olarak biliniyor. Ben sahibinin adını taşıyan Mr. Joe diye bir çikolatalı pastanın tadına bakmaya karar verdim. biraz ağır bir tatlıydı ama göz döndüren bir çikolata krizi sırasında oldukça iyi gider eminim.

Buradan kalkıp arabaya bindik ve artık havaalanına gitme vaktiydi. Ama uçakta da İzmir spesiyalleri devam ediyordu. İzair kumru ekmeğe beyaz peynirli sandviç ve kuru incir-ceviz ezmesi diyebileceğim bir şey veriyor. Kutunun içinde de kumrunun hikayesi yazıyor. İncir ve cevizi rondodan geçirip küçük küçük paketleyerek bu ikramdan evde de yapmak mümkün olur sanırım.
Ve sonra İstanbul. Her şeye rağmen benim şehrim. Evim… İzmir anılarını anlatacak dostlar… Ve uzun bir İzmir yazısı…

08 Aralık 2006

izmir dönüşü


merhabaa...
çok güzel bir izmir seyahatinden döndüm. gördüklerim de yediğim içtiğim de bana kalmasın istiyorum. bir sürü fotoğraf çektim, bir sürü mutluluk biriktirdim.
birazcık evimin tadını çıkarıp şu yolculuk yorgunluğunu üstümden atayım, resimler ve sözlerle sizi de oralara götüreyim :)