11 Aralık 2006

UZUN BİR İZMİR YAZISI

İzmir’e ilk gidişim olmamasına rağmen ilk defa bu kadar dolu dolu bir İzmir gezisi yaptım. Daha önce gidişlerimde olduğu gibi bu sefer de halamı ve canımın içi minik kuzenim Çağla’yı görmek için gittim. Halamın konseri olduğu için çalışması gerekiyordu ve bu arada Çağla’cığımın bir oyun arkadaşı olması iyi olurdu :) Fakat daha önceki gidişlerimden farklı olarak artık Çağla yuvaya gittiği için bütün günüm kendime kaldı. Bu da İzmir keşfi için iyi bir vakit yarattı. Ayrıca annem de gelince, onun arkadaşları ve bildiği yerler de devreye girdi ve çok eğlenceli beş gün geçirdim.
İlk gittiğim akşam halamla güzel bir İtalyan restoranına gittik ve çok güzle risotto yaptıklarını söylemeliyim. Muhteşem makarna aşkım daha önce herhangi bir restoranda risotto yememe olanak vermemişti ama farklı bir yerde farklı şeyler deneme isteği (ve belki de cesareti) artıyor sanırım. Yani İzmir’e ilk ayak basışım risottoyla (hem de porcinili) tanışmamla başladı.

Pazar sabahıysa halamların her Pazar gittiği börekçiye gittik. Burası küçük bir işletme ama ben böyle küçük yerleri hep daha sevimli bulurum. Hastaneye yakınlığından dolayı çokça doktorun geldiği bir dükkan. Daha girer girmez havası hoşuma gitti. Öyle pek bir özelliği yok belki ama basitliği ve sadeliğidir belki hoşuma giden. Börekler de oldukça başarılı görünüyordu. Sıra yemeye geldiğinde görüntüsünün hiç de yanıltıcı olmadığını anladım. Benim börekle ilgili en büyük şikayetim yağlı olmasından dolayı olur fakat buradaki börekler oldukça hafifti. Sonradan öğrendim ki sıvıyağ kullanıyorlarmış. İzmir’de oturup da Pazar kahvaltılarına yeni bir börekçi eklemeyi isteyenler için adresini de aldım. Ben ıspanaklı börekten yedim, Çağla’ya ise sosisli ve mantarlı börek aldık. Bir daha gitme şansım olursa o sosisli mantarlıda gözüm var söyleyeyim, giderseniz deneyin, benim için de bir ısırık alın.
Adres: Vali Hüseyin Öğütcen Cad. no:13/A ,Balçova
Tel:o232 277 9510
Böyle bir yazı yazarken acaba atalarımızın “yediğini içtiğin sana kalsın” sözünü iç çekerek anımsayan ve “niye bunları yazıyor ki” diyenler var mıdır diye şüpheye düşüyorum. Ama bir yandan da yemekle ilgilenmeyi, yapmayı olduğu kadar yeni tatları denemeyi de seven kişilerin okuduğu bir günlükte biraz da lezzet avcılığı yapmanın ve hoşuna gidenleri başkaları da bilsin, zamanı gelinde işlerine yarasın diye paylaşmaktan da geri duramıyorum. Ve bu yazıyı İzmir’de yeni tattığım lezzetlere ayırmak geliyor içimden.

Bir de İzmir’in boyozu varmış efendim. Annemin bir arkadaşına kahvaltıya gittiğimizde tanıştım kendisiyle. Bu aslında “bollos” olarak yazılıyormuş sonradan öğrendiğime göre ama okunuşu boyozmuş. Hatta “sen nasıl bilmezsin boyozu” diye bana hayretlerini açıkça gösterdiler ;) Eh artık biliyorum. Boyoz daha yağlı börekler sevenler için ideal, açıkçası ben bir taneyi zor bitirdim. Kat kat açılmış incecik yufkalardan yapılmış bir tür börek. Haliyle kat kat tüm hamurlar gibi bu da bana göre biraz yağlı. Ama ben milföy de yiyemem, değerlendirmem milföyü de ağır bulup yiyemeyen birinin değerlendirmesi yani;) Kahvaltıda çay ve peynirle yemekten çok da keyif alabilirsiniz damak zevkiniz buna uygunsa. Bir de dediler ki bir gün durup da diğer sabah ısıtıldığında çok güzel olurmuş. Bilemem, bilenler görüşlerini yazabilir :)


Halamın konseri olduğu gün kendimi tamamen ona ayırdım ve yanında olmamı istediği her an orda olmaya çalıştım. Bu güne damgasını vuran şey çikolata ve kahve diyebilirim. Bu kadar eğlenceli parçaların arka arkaya olduğu bir repertuar dineldiğimi hatırlıyorum. İtiraf edelim klasik müzik konserlerinde en az bir esneme gelir insana, ne kadar sevseniz de… Ama bu sefer insanı bir kez bile esnetmeyen bir konser izledim. Bilmiyorum belki ben de halam gibi Mozart seviyorumdur. Eve geldiğimden beri Mozart CD’leri dinliyorum :)
Sonraki gün, İzmir’deki son günümdü ve annemle İzmir’i gezip gitmek istediğimiz yerlere gitmeye ayırdık o günü. Kordonda uzun bir yürüyüş, dükkanlara bakma, öğlen yemeği gibi keyiflerimizi yaptıktan sonra sıra geldi en büyük keyfimiz olan kahveye.
Annemin daha önce anlattığı, kahveyi fincanda pişirdikleri Kızlar Ağası Hanı’nın yolunu tuttuk. “Ya nasıl pişer kahve fincanda?”, “Elin yanmıyor mu o zaman” gibi şüpheci sorularıma cevap vermekte zorlanan annem beni de olay yerine götürdü. Evet efendim kahveyi fincanda pişiriyorlarmış bizzat gördüm :) Han çok eski taş bir yapı, biraz bizim kapalı çarşı havasında ama tabii çok daha küçük bir yer. Yine de o eski taşların insana verdiği garip duyguyu içinize işliyor. Bazı yerleri bir tavanla kapanmış, bazı yerleriyse açık havada olan bu handa içerde çeşitli mağazalar, dışarıdaysa ağırlıklı olarak kahveler var. Ben bu yüzlerce yılın şahitliğiyle orda mağrur duran taşların verdiği garip mutlulukla kafam havalarda bakınarak gezerken otantik sedirlerin olduğu bir yere oturduk. Hava soğuk ama güneş hep parlıyor. Belki bu yüzden insanda hep bir neşe oluyor. Montuma sıkı sıkı sarılmış güneş gözlüğümden hanı incelerken kahveleri sipariş ettik. Tabii ben olay yerini teftişe gitmeden durama. “Kahveyi fincanda yapıyormuşsun, nasıl yapıyorsunuz” diye içeri daldım. Oldukça yoğun bir fincan trafiği olan bir yerde yine de bana gayet nazik davrandılar. İspirtolu ocağınkine benzer bir ateşin üstüne koyuyorlar fincanı, ama önceden içine biraz kaynar su koyuyorlar. Ve inanılmaz köpüklü bir kahve yapıyorlar. Bu arada bir çingene grubu gelip köşeye kuruldular ve inanılmaz güzellikte çalmaya başladırlar. Sanki bir festivale gitmişim ve özellikle davet edilen bir grubu izliyormuşum gibi hissettim. Sanki herşey günüm güzel geçsin diye ayarlanmış gibiydi...

Sonra tok ve devamlı bir vurma sesine karışan kahve kokusunu takip ettiğimizde dibek kahvesi satan “İlyas Gönen Dibek Kahvecisi” dükkanını bulduk.
Şimdiki gibi kahve değirmeninde öğütülmeyip en eski yöntemlerden biriyle dibekte dövülerek kahve hazırlıyorlar. Yayılan kokuyu tahmin edebilirsiniz sanırım. Buradaki çalışanlar da son derce nazikti ve her sorunuza yanıt veriyor, hatta sorular detaya girdikçe kızmayıp hemen kullandıkları malzemeleri gösteriyorlar. Burada da gözüme aromalı kahveler çarptı. Damla sakızlı, kakuleli, vanilyalı, çikolatalı vs. Bunları da yapmak için esansı değil baharatın kendisi kullanılıyormuş.
Yani bildiğimiz damla sakızı kahve çekirdekleriyle beraber dibekte dövülüyor. Tadını tahmin edemediğim halde çok merak ettiğim için kakuleli ve damla sakızlı kahvelerden aldım.

Aslında Mısır Çarşısında da bir dükkan açmak istiyorlarmış ama elemanları yokmuş ama arayıp sipariş verince İstanbul’a da gönderiyorlarmış. Tabii eve döner dönmez damla sakızlı kahveyi denedim ve ne kadar güzel bir tat olduğunu anlatamam. Çok ayarında kullanılmış damla sakızı ve gerçekten hiç birleştirmeyi tahmin etmeyeceğiniz iki lezzet çok uyumlu hale gelmiş. Buranın da telefonunu ve adresini vereyim, belki sipariş veya ziyaret etmek isteyenler olur.

Adres: 904 Sokak No:54 Hisarönü-İzmir
Merkez Tel: 0232 483 68 04


Son duraksa Konak’taki Tariş mağazasıydı. Pierre diye bir alış veriş mağazası içinde butik bir dükkanı var Tariş’in. Burası ise bir market gibi. Buradan da incirlerimi aldım. Daha önce hiç tatmadığım incir lokumunu alan bir hanım görünce nasıl olduğunu sordum ve lokum gibi olmadığını, içinde incir ezmesi olduğunu söyledi. Merak edip aldım. Çıkar çıkmaz açıp tadına baktık ve minicik kareler halindeki lokumların ne kadar hızlı tüketilebileceğini gördüm. Bir kutuyu da bir arkadaşım veririm diye düşünmüştüm ama sanırım caymak üzereyim.


Bu kadar tadım işlemi sonunda akşam pek bir şey yiyecek halimiz kalmadı. Ama Fransız Kültür Merkezi’nin arkasındaki restorana davetliydik. Biz de tatlı yemeye karar verdik. Bıranın da havası çok değişik ve personeli çok iyiydi. Sanırım İzmir’de sinirimi bozan hiç kimseyle karşılaşmadım. İstanbul’da alışık olduğumuz gerginlik seviyesi insanlarda sıfıra yakın ve bu da kendinizi rahat hissetmenizi sağlıyor. İki ayrı bina var burada. Bina dediysem tek katlı. Birisi daha dağ evi havasında ve yeşil ağırlıklı bir yerde, diğeri ise eski bir Fransız barı gibi görünüyor. Yani Fransız barları konusunda uzman değilim tabii, sadece havası çok lüks olmayan eski bir Fransız barı veya lokantasını andırıyordu. Burası ise kırmızı ağırlıklı. Biz yeşil tarafta oturduk ama ben kırmızıdan gözümü ayıramadım “ne şirinmiş” deyip durdum. Buranın spesiyal tatlıları var ve sanırım tatlıları iyi bir yer olarak biliniyor. Ben sahibinin adını taşıyan Mr. Joe diye bir çikolatalı pastanın tadına bakmaya karar verdim. biraz ağır bir tatlıydı ama göz döndüren bir çikolata krizi sırasında oldukça iyi gider eminim.

Buradan kalkıp arabaya bindik ve artık havaalanına gitme vaktiydi. Ama uçakta da İzmir spesiyalleri devam ediyordu. İzair kumru ekmeğe beyaz peynirli sandviç ve kuru incir-ceviz ezmesi diyebileceğim bir şey veriyor. Kutunun içinde de kumrunun hikayesi yazıyor. İncir ve cevizi rondodan geçirip küçük küçük paketleyerek bu ikramdan evde de yapmak mümkün olur sanırım.
Ve sonra İstanbul. Her şeye rağmen benim şehrim. Evim… İzmir anılarını anlatacak dostlar… Ve uzun bir İzmir yazısı…

17 Comments:

Anonymous Adsız said...

Sevgili Tugce, yazinda gecen mekanlarin birkac tanesini bu yaz ziyaret etmis biri olarak, Turkiye ozlemimi deprestirdin! Cok zevkliydi okumasi, tesekkurler paylastigin icin.

15:25  
Blogger tugce:-) said...

zinnurcum,
gününe biraz keyif kattıysa yazı ne mutlu bana. izmir orda, han orda, kahveci orda, incirler orda... yine geldiğinde yine seni bekliyor olacaklar, yine hasret giderirsiniz:)

15:34  
Anonymous Adsız said...

İzmirde yaşayan biri olarak tşk ederim size..İzmiri ne kadar güzel anlattınız..Boyoz çok lezzetlidir..Evet alışkın olmayanlar için biraz ağır olabilir ama alışınca inanın vazgeçemessiniz.Yanında mutlaka yumurta olmalı ama..Bir de ben size şu börekçinin adını sorucaktım.Kendileri Alsancak ta mı acaba..

15:49  
Blogger tugce:-) said...

teşekkürler :)genelde bir yere yabancı olanlar orayı oşehirde oturanlardan daha değişik görüyor sanırım. ben de hep istanbul'u gezenler anlattığında ben hiç böyle görmemişim diye düşünürüm;) börekçinin ismini yazmayı unutmuşum :)balçova'da Küçük Başak diye bir dükkan. adres:vali hüseyin öğütcen cad. no:13/A Balçova
tel:o232 277 9510
hemen yazıya da ekliyorum.

18:29  
Anonymous Adsız said...

2che, kıskançlığım 8 bin kat arttı, ben anlamam benimle de geleceksin izmir e . Gelmez isen walla döverim seni

19:07  
Blogger tugce:-) said...

halacığım gelmez miyim? gider gezer yeni yerler de buluruz, sonra da buraya yazarız.

20:17  
Blogger Tugc said...

merhaba tugce..bloguna ilk girisim.. cok hosuma gitti son yazdigin yazi..
Boyoz u duymus, hatta yemistim de, ama adinin "bollos" olarak yazildigini bilmiyordum..eger ispanyolca olsaydi, "bollos" "boyoz" okunurdu ama turkce.. ilginc :)

19:36  
Blogger Tugc said...

merhaba tugce..bloguna ilk girisim.. cok hosuma gitti son yazdigin yazi..
Boyoz u duymus, hatta yemistim de, ama adinin "bollos" olarak yazildigini bilmiyordum..eger ispanyolca olsaydi, "bollos" "boyoz" okunurdu ama turkce.. ilginc :)

19:37  
Blogger tugce:-) said...

merhaba tugce,
(baskasına kendi isminle seslenmek komik oluyor değil mi;) )
zaten bolloz, 15. yüzyılın sonlarında ispanya ve portekiz'den izmire göç eden seferad yahudileri'nİn beraberlerinde getirdikleri bir tatmış. dolayısıyla tespitin doğru. tabii izmirde okunuşuyla anılır olmuş, ama orjinal yazılışı bolloz'muş :)

20:04  
Anonymous Adsız said...

merhabalar,
Bir izmirli olarak tespitlerinin yerinde ve süper olduğunu bilmeni isterim. İzmirli, eski istanbul'lu ve yeni bodrum'lu olarak İzmiri ne kadar özlediğimi hatırladım sayende, anladımki noel'de izmire gitmeliyim ve tavsiyelerinle seni yad etmediliyim.sevgilerimle özlem

18:11  
Anonymous Adsız said...

tekrar ben özlem
Tuğçecim, şu italyan lokantasının ad ve adresinide alabilirmiyim:)

18:12  
Blogger tugce:-) said...

özlemcim,
ne kadar mutlu etti yazdıkların beni :) hatırladığım kadarıyla adı venedik'ti restoranın. yeri de, fransız kültür merkezini sağındayken, merkezi biraz geçip sağa dönüyordun ama açık adresini bilmiyorum. edinebilirsem yazarım. sanırım oralarda sorarsan yardımcı olurlar. düşündüm de hoş bir yerdi, gidersen bir çatal da benim için al :)
sevgiler

18:39  
Blogger tata said...

ben de yeni döndüm Izmir'den.
Sevgiler

23:36  
Blogger emircanlar said...

Selam Tuğçe
İzmir ve kahve konusu için sonsuz teşekkürler. Yazında bizim mekanımızın da yer almasına çok sevindik. Size küçük bir hediye göndermek istiyoruz. Gönderinin teslim edilmesini sağlayacak bir adres ihtiyacımız var.
Mutlu ve başarılı günler dilerim.

Mehmet Emircanlar
emircanlar@hotmail.com

11:01  
Blogger Nukhet said...

Ah tugce ah

Izmir de okumus Izmiri hep sevmis orali biriyle evlenmis, izmiri hep ozlemis biri olarak yazin bana cok iyi geldi. Ozellikle de su damla sakizli kahveyi cok canim cekti. Daha once dnemedim ama ya kendim gidebildigimde alacagim ya da oradakilere siparis verecegim. Tesekkurler simdiden sana. Sevgiler

08:00  
Blogger tugce:-) said...

mehmet bey,
nazik hediyeniz elime geçti. benim gibi bir kahve delisi için ne kadar güzel bir yılbaşı hediyesi oldu anlatamam :)
nukhetcim,
insanın bazı şehirlerle garip bir bağı oluyor degil mi? o damla sakızlı kahve var ya, beni kalbimden vurdu, mutlaka bir dene derim :) izmirle anıları olan ve oraları seven biri için damla sakızı lezzetinin de vazgeçilmez olduğunu tahmin edebiliyorum :)umarım yakında bir izmir seyaheti yapar da özlem giderirsin...

16:27  
Blogger E A said...

Çok teşekkürler bilgiler ve içten yazı için!

17:30  

Yorum Gönder

<< Home