YAZ, MEYVELER, KEDİLER (bir de patlıcanlı bulgur pilavı)
Dolayısıyla mutfak maceraları sekteye uğruyor. Eh hiç mi yemek yemiyoruz? Yiyoruz tabii. Mesela patlıcanlı bulgur pilavı.
En sevdiğim lezzetlerden biri. Cacık veya salata. Yazın vazgeçilmezleri. Aslında patlıcanlı bulgur pilavı benim için çok sıradan bir yemek olsa da birçok arkadaşımın böyle bir yemekten haberi olmadığını duyunca hep şaşırıyorum. Yapımı oldukça basit. 1-2 patlıcanı küçük doğrayıp az ağda çevirerek kızartın. İnce kıyılmış soğan ve biberi kavurup, patlıcanları da üstüne koyup (ben gerçi hepsini aynı tencerede yapıyorum) üstüne bulguru ve suyu koyup, tuzunu da ekip kapağını kapıyoruz. Yanına da bir güzel yoğurt koyup afiyetle yiyoruz.
Ne yazsam araya bir yemek tarifi giriveriyor galiba. Aslında tarif vermek için başlamamıştım yazıya :) Hafta sonumu anlatmak istemiştim. Böyle havalarda hafta sonları insan nereye gitsek diye bakınmaya başlıyor. Artık ev yetmiyor. Hele önünüzde çok yoğun geçecek iki hafta varsa, ve içinizde adın koyamadığınız bir sıkıntı da varsa... Genelde deniz kenarları özlenir böyle durumlarda, deniz şehirlerinde sahile inilir. Oralardaki bahçeler, çaycılar, lokantalar tercih edilir. Ama bu sefer ben istemedim. Belki denizi olmayan şehirlerdekiler bu dediğimi anlamsız bulacak ama sıkıldım deniz kenarına gitmekten. Deniz kenarında kahvaltı etmekten. Niyeyse bu hafta sonu hiç de içimi açmadı. Ben ve içimdeki sıkıntı yeşile ihtiyaç duyduk. Ağaçlar, meyveler, serinlik, yaprak gölgeleri arasından süzülen ışık huzmeleri...
Ve kendimi Yeniköy Kahvesinde buldum. Bir kez kışın gelmiştim buraya. Ama şimdi ağaçlar yeşermiş, meyveler renklenmiş. En önden bir masa bulduk şansımıza. Aradan deniz de gözüküyor isteyene. Sonra minik bir kedicik geldi. “Ben sana geldim. Tüm sıkıntını alıp uçuracağım” dedi. Kucağıma çıktı. Bir güzel yerleşti ve sakin sakin uyudu mırlayarak. O kadar güzel ki. Bir canlı, sizden hiç şüphe etmeden, hiç zarar beklemeden, hiç korkmadan kendini nasıl da sevgiyle bırakabiliyor size. Hiç korumasız, gardsız... Öylece yatıp uyuyor.
Dönüyor, göbeğini açıyor, patisini size sarıyor... Sanki bu dünyaya insanları mutlu etmeye gelmiş kediler. Nasıl da tüm anlamsız iç sıkıntısını alıp havaya karıştırıyor. Sonra kafanızı kaldırıp başınızın üstünde fark etmediğiniz vişneleri görüyorsunuz dalında, ağaçların birbirine dolanmış dalları arasından erikler de gülümsüyor. Birden hayat güzelleşiyor, birden yüzüm gülüyor. Şimdi her şey güzel görünüyor.
Bir de Yeniköy Fırınına gidip ne alsam diye bakınıyorum. Gözüme uzun pide gibi bir şey ilişiyor. “Mahlepli Paskalya Çöreği” diyorlar. Sardırıp başka bir ağaç altı bulunuyor. Çaylar söylenip koparılarak yeniyor mahlepli paskalya çöreği. “Aa, içine kuru üzüm koymuşlar bunun” diyerek, çaylar yudumlanıyor. Denize, yeşile, İstanbul’a ve kedilerine koca bir teşekkür tebessümü veriliyor...
Etiketler: Yemek/Tuzlu
7 Comments:
Tuğçeciğim, farkındalık ancak bu kadar güzel yaşanır, ancak bu kadar içten anlatılır.. Sanki o kedicik benim kucağıma çıkmış, Yeniköy kahvesinde (çok severim orayı!) ben çay içiyormuşum gibi keyif aldım yazını okurken. Teşekkürler paylaşımın için..
teşekkürler sibel. o zaman birgün beraber gideriz yeniköy kahvesine, fırından da un kurabiyesi alırız :) ağaçtan vişne toplar yeriz. mini kedicik yine orada olur, yanımıza gelir oynar
Tuğçe nekadar güzel anlatmışsın. Bayıldım bayıldım :))
Harika bir yazı ve anlatım olmuş Tuğçe. Ellerine sağlık.
Sevgiler,
Kamile ve Burçin,
Güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Paylaşınca yaşanan anlar daha da güzelleşiyor :)
Kediler demişsin,baktımda seyretmeye doyamadım.Benimde bir tane vardı da...sonrası?..
Guzel bir tarifmis. Tebrik ederim.
Yorum Gönder
<< Home